Annem’e, Anne’lere…
“Kim bilir kaç geceyi karyola başuçlarında derin iç çekişler dinleyip hüzünlenerek uykusuz geçirdin, kaç emzirme seansında bitkin uyuyakaldın. O gün bugündür hayatı, bir toprakla çiçeği kadar ortak üretiyor, tüketiyorduk.
Yol boyu, kusurlarını hiç görmedik birbirimizin, yeteneklerimizi abarttık karşılıklı; toz kondurmadık üzerimize, kol kanat gerdik. Ben dünyanın en iyi evladıydım, sense tarihin en iyi annesi... Her çığlıkta başucumda biteceğini bilmenin güveniyle büyüdüm. Her derdimde benden çok dertleneceğini bilmenin o bencil alışkanlığıyla ayakta kaldım.
Her kuşağın o vazgeçilmez ikilemi depreşti yeniden: "Devir de amma değişti" diye yakınırken sen; ben ilginle boğulduğumdan dertlendim. Bir yerim yaralandığında "Anam görürse ne kadar üzülür" diye gizlemeye çalışmak, küçük bir çocuk için nasıl bir yüktür bilir misin? Acından çok onda yaratacağın acı, acıtır canını...
Yargıladık birbirimizi bir dönem... Sorguladık... Sen bana eş dost çocuklarını örnek gösterdikçe, ben seni eş dost ebeveynleriyle kıyaslar oldum. Sen her sohbete "Bizim çocukluğumuzda..." diye başladıkça ben, değişen takvim yapraklarını koydum önüne... Nasıl da zalim bir çark bu değil mi? Doğuyor, doğuruyor ve günün birinde yuvadan uçacağını bile bile koca bir ömrü karşılıksız veriyorsun. Ve hayat birden ıssız bir adaya dönüşüveriyor. Sonrası kah bir kapı zili beklentisi, kah bir mektup, kah bir telefon sesi... Gizliden gizliye özlenen bir torun müjdesi...
Fotoğraflar sarardıkça solan bir yaşam ve uzaklaştıkça yakınlaştığımız bir mazinin geri dönmez anıları... Ağlaştık birbirimizden gizleyerek acılarımızı... Ben büyürken seni de büyüttüm. Şimdi çok daha iyi anlıyorduk birbirimizi... Çünkü küçücük bir el saçlarımı kavrıyordu geceleri... Karyola başlarında uykusuz geceler geçiriyordum.
Ve yaşamın değiştiğini, eski tecrübelerin geçersizleştiğini anlatan kitapları kaldırıyorduk salondan gizli gizli... O korkunç çark, acımasız bir hızla dönmeye devam ediyordu. Zaman, öğütüyor kuşakları... İnsan ancak mahrum kalınca anlıyor sevginin değerini... Bense sevginden mahrum kalmaya fazla dayanamayacağımı biliyorum.
Hem biliyor musun? "Seni çok seviyorum"... Senin adın geçince, sol yanım acıyor anne, Hiçbir şey yutamıyorum. Bazen de dayanamayıp ağlıyorum. Kağıda da böyle yazamam ya anne. Ben gidiyorum Anne, toprağını öpeyim, sen de rüyama gel beni öp, mutlaka gel Anne. Sen rüyama gelmeyince, sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne, sol yanım acıyor Anne. İşte tam şurası, sol yanım… Çok acıyor anne.
Seni çok özledim, çok...Anne...”
Değerli Can Dündar’ın birkaç yazısından derlediğim ve okurken, duygular ancak bu kadar güzel ifade edilebilir diye hayıflandığım satırları sizler ile paylaşmak istedim. Bu yazının altına yazarına saygımdan dolayı her zamanki gibi kendi adımı yazamadım, yazmamı Annem de istemezdi zaten…